Kariye Müzesi’nin Camileştirilmesi Üzerine

görsel kaynağı: https://live.staticflickr.com/5302/5562277378_0d22ab4232_b.jpg

YAZAR: ORKUN USTA

Son iki ayımızı işgal eden Ayasofya tartışmasının ardından benzer bir karar İstanbul’un ünlü Kariye Müzesi için de alındı. Kariye Camii’ni müze haline getiren 1945 tarihli Bakanlar Kurulu kararı Danıştay 19. Dairesi tarafından 11/11/2019 tarihinde iptal edilmişti[1]. Ayasofya’nın akıbetini de benzer bir kararın değiştirdiğini hatırlayalım. Bunun üzerine 21 Ağustos Cuma günü Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı[2] ile Kariye Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmak üzere camiye çevrildi.

Danıştay kararlarının hukuki incelemesi bizim ilgi alanımızın dışında. Bu sebeple biz burada kararların siyasi ve sosyal amaçları üzerine değerlendirmede bulunacağız.

Öncelikle bu iki kararın da pratik bir gerekçesi bulunduğunu görmek zor. Zira ülkemizde yaşayan Müslümanların ibadetlerini gerçekleştirmeleri için yeteri sayıda camii, mescit vb. yapı zaten mevcut. Kaldı ki bunlar ülkemizdeki diğer dinler veya mezheplerin cemaatleri aksine devlet tarafından fonlanıyorlar. Yani inanç ve ibadet özgürlüğünü güçlendirmek gibi Anayasada karşılığını bulacak bir arka plan mevcut gözükmüyor. Kariye etrafında da Mihriban Sultan Camii, 1 km mesafede Yavuz Sultan Selim Camii gibi tarihi camiler ile pek çok da yerel, küçük cami zaten mevcut.

Bu eserlerin camii olarak daha iyi korunacağını söylemek de yersizdir. Ayasofya da Kariye de hem İslam hem de Doğu Hıristiyan kültüründen etkilenerek çift karakterli yapılar olagelmişlerdir. Kariye’Müslüman ve Hıristiyan Sanat Eserleri’’ müzesi olarak İstanbul’un tarihindeki bir aradalığın mükemmel bir örneği idi. Yapıların iki kültür yönünün bir arada ifadesi için de en iyi yolun seküler bir alan olan müze sistemi olduğu da ortadadır.

Müze sisteminin aksine bu eserlerin camiye çevrilmesi sonucu ünlü sanat eserlerinin sergilenmesi de artık mümkün olmuyor. Ayasofya örneğinde görüyoruz ki mozaik ve freskler sadece ibadet saatlerinde değil sürekli olarak kapalı tutuluyor. Kadın ziyaretçilerin alındığı alan da Ayasofya’nın görkemini gözlemeyi imkânsız kılacak bir konumda.

Halbuki İtalya’nın Kiliselerinin ünlü sanat eserleriyle rekabet edecek nitelikte mozaik ve freskler bulunduran Kariye’nin müze olarak kalmasının faydaları büyüktü. Türkiye’nin coğrafyası itibari ile koruyucu olduğu Doğu Roma ve Doğu Hıristiyanlığının kültür değerlerinin ve bunların İslam eserleri ile iç içeliğinin bir simgesiydi. Sanat eserleri ülkemizin tanınırlılığı ve kültürel zenginliğimizin sunumu için bir ideal bir araçtı.

Peki böylesi bir tarihi eserin müze olarak korunması ve İslami geçmişi kadar Doğu Hıristiyanlığı ile olan tarihinin ortaya konması bizi yabancılaştıran bir unsur muydu?

Kariye’nin camileştirilmesi toplumsal kimliğimize ne katkıda bulunabilir?

Toplumsal kültür tek bir kaynaktan beslenmez. Anadolu kültürü yani halk edebiyatı; pagan dönemden Anadolu Hıristiyanlarının yerel kültür unsurlarına bir bütün olarak gelişmiştir. Örneğin Bektaşilik, İslam tasavvufundan esinlendiği gibi bu kaynaklardan da faydalanmıştır.

Bu kararların uygulayıcıları mirasçısı olduklarını iddia ettikleri Osmanlı İmparatorluğunun kültürel kimliğini dahi göz ardı etmektedirler. Evet, Osmanlı, toplum ilişkilerinde İslam hukukuna dayanan, siyaset alanında despotik bir monarşiydi[3]. Ama aynı zamanda kendini Roma İmparatorluğunun mirasçısı olarak da görüyor, onun Devlet ve toprak modelinden besleniyordu.

Birinci (Yıldırım) Bayezid kendisine Sultânu’r-Rûm (o zaman Anadolu coğrafyası için Rum-Roma ülkesi- deniyordu) unvanını Abbasi Halifesinden almıştı. Fatih Sultan Mehmet Doğu Roma imparatorlarının mirasçısı olma iddiasıyla unvanları arasında Kayser-i (Sezar) Rûm’u da eklemişti[4]. Osmanoğulları kendilerini Romalı olarak mı görmüşlerdi? Elbette hayır. Ancak bu imparatorluğun mirasını kendi kozmopolit yapılarına yedirmişlerdi. Bu açıdan, Osmanlı tarihi Doğu Roma tarihi olmadan anlaşılamazdı.

O halde bu Doğu Hıristiyanlığının eserlerinin toplumsal kimliğimize yabancı olduğu söylenebilir mi?

İstanbul bir İslam kenti olarak yeniden inşa olurken Kariye de 1511 yılında Atik Ali Paşa tarafından camiye dönüştürülmüştü. Bu gün Süleymaniye, Mihrimah Sultan, Sultan Ahmet gibi sanat harikası camilere sahip İstanbul’un, bir de insanlığın evrensel mirasını taşıyan bir İslam-Hıristiyan sanat eserleri müzesine sahip olması yanlış mı?

Görüyoruz ki Kariye ve Ayasofya konusundaki yaklaşımlar tarih mirasımızı veya kültürel değerlerimize korumuyor. Aksine bu kararlar miras ve kültürümüzün bazı unsurlarını yok saymaktadır.

O halde art arda alınan ‘’camileştirme’’ kararlarının başka bir nedeni olmalı? Bu açıdan asıl mesele ideolojik görünüyor.

Aslında bu gün yaşananlar bir kültür savaşının görünümü. Çarpıtılmış ve hayali bir tarih anlayışından yola çıkarak ve bu hayali geçmişin özlemi içinde toplumu kendi dünya görüşüne göre şekillendirmek isteyen bazı dar kesimler, kendilerini toplumun Müslüman kimliğinin savunucu olarak görüyorlar.

Kendi tekçi toplum görüşünü dayatarak ülke kültürümüzün üzerinde durduğu Anadolu’nun zenginliklerini yok sayıyorlar (Hasankeyf’in tahrip edilmesi de böyle bir paradigmanın sonucu değil miydi?). Bunu yapmak için de siyasal İslam’ın modernite karşısında oluşturduğu bazı efsanelere, yeni ve hoşgörüsüz bir İslam yorumuna dayanıyorlar.

Zaten ülke egemenliğimiz altında bulunan ve kendi hükümet kararlarımız ile müzeleştirdiğimiz eserlerin yeniden bir hükümet kararı ile yeniden camiye çevrilmesinin bir fetihmişçesine sunulması, Cumhuriyetin kurucu kadroları ve tarihsel çeşitliliğimiz ile çağdaşlaşma sürecimizle bir hesaplaşmanın söz konusu olduğunu gösteriyor. Ayasofya’nın açılışındaki talihsiz sözler de bunu doğrulamaktadır.

Buraya not düşelim ki böylesi bir ‘’fetih anlayışı’’, ülkemizde yaşayan gayrimüslim cemaatlere yönelik 2000’lerin başından itibaren daha da geliştirilmeye çalışılan hoşgörü ve özgürlük anlayışı ile de bağdaşmıyor. Hatırlayalım ki 2003–2014 yılları arasında 29 taşınmaz mal cemaat vakıflarına iade edilmişti. Aya Nikola Kilisesi, Ayamarina, Nizip Fevkani, Sveti Stefan Kilisesi gibi ünlü kiliseler de restore edilmişti[5]. Son zamanlarda sürdürülen politikalar, geçmişten beri hassasiyetle izlenen toplumsal hoşgörü, çeşitlilik ve korumacılık siyasetinin aksi yönünde gözükmektedir.

Sonuç olarak…

Bizim buradaki tavsiyemiz, Doğu Hıristiyan ve İslam uygarlıklarının karışımı olan bu yapıların iki kültürü de yansıtacak şekilde müze olarak korunmaya devam etmesidir. Bu toprakların geçmişini reddederek tekçi bir tarih ve kültür anlayışını savunmak ulusal bilincimize zarar verir. Ayasofya ve Kariye’yi sadece İslam karakteri ile yorumlayıp diğer ulusların aleyhine sahiplenmektense insanlığın ortak mirası olan bu sanat eserlerine ev sahibi ve koruyucu olmanın zengin tarihimize çok daha yaraşır bir tavır olacağı kanaatindeyiz.

KAYNAKÇA

1 E. 2019/11776; K. 2019/7680

2 K. s. 2840

3 Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, 2019, YKY

4 Halil, İnalcık, Osmanlılar, 2010, Timaş Yayınları

5https://www.ntv.com.tr/sanat/turkiyedeki-14-kilise-ve-sinagog-restore- edildi,fCWZlMOr6E6v9LssnH5D8w

--

--